İki Olanı Bir Etme Sanatı
- Dr. Can Zinneha

- 8 Eki
- 3 dakikada okunur

Yaşam iki olanı bir etme sanatıdır. İnsan yaşam formu bu konuda dünyada yaşayan en başarılı cinstir. İki olan yaşamdaki tüm ikilemlerdir. Ve yaşam bu ikilemler ile başlar. İlk olarak anne babamızdan aldığımız DNA aracılığıyla bir seçim yapar, eril veya dişil olarak doğarız. Bu seçim yaşamda var olan iki alandan birinde olmamızı gerektirir. Aslında bu süreç anne ve babamızdan aldığımız DNA’ları bir ettiğimiz yerde ortaya çıkan sonuçtur. Ya anne DNA’sına yakın olur, dişi olarak oluşuruz; ya da baba DNA’sına yakın olur eril olarak oluşuruz. Bunun sonucunda oluşan cinsiyetimiz her neyse karşı cinsiyeti de içimizde barındırırız. İkiyi bir ettiğimiz yerde yapılan seçim sonucu ikisinden birine daha yakın olan yeni bir alan oluşturuz. Bu alanı kendimize yol bilip, yolculuğumuza başlarız. Amaç yaşamdaki tüm ikilemlerin içinde açtığımız alanda ilerlemek ve bu alanı genişletip yaşamın tümüne yaymaktır. Bu alanda artık yaşamdaki ikilemlerden hangisine daha yakın isek seçimimizi yapıp bu alanı besler ve genişletiriz. Böylece tüm yaşam içinde kendimize açtığımız alanı genişleterek güçlenir ve bu alanın bilgisiyle kendi irademizi yaratmaya başlarız.
Bunu iPad’imde oynadığım bir oyuna benzetiyorum. Önce küçük yuvarlak bir alanla başlayan oyunda kendinden daha küçük olan diğer yuvarlak alanları içine alarak büyümeye çalışıyordum. Oyunda amaç kendinden küçükleri içine al ve sindir; kendinden büyüklerden kaç. Oyunda ilerlerken kendi alanınızı genişlettikçe karşınıza sizden daha büyük alanlar çıkıyordu ve alanınız genişledikçe hareket kabiliyetiniz azalıyor, oyun gittikçe zorlaşıyordu. Sizin yetenekleriniz kadar büyümek ve kendi yaşam alanınızı korumak durumundaydınız. Oyunda daha büyük bir alan ile birleştiğinizde kontrol sizden çıkıyor ve artık o alanın iradesi altına girip oyunu kontrol edemiyordunuz.
Yıllar sonrasında bu oyun üzerine düşünmeye başladığımda aslında seçim yaparak ilerlediğim ve kendi alanımı genişletmeye çalıştığım gerçeklikte gerçek olanın benim alan olmadığını, üzerinde oyun oynadığımız zeminin gerçek olduğunu anlamıştım. Bizler kendi sınırlarımızı genişletmeye çalıştığımızda, her zaman bizden daha geniş sınırları olan birilerine denk gelebiliriz. Yaşamımızda kendi sınırlarımızı ortadan kaldırdığımızda o an zeminle bir olur ve yaşamda var olan tüm alanları kendi zeminimizde oynarlarken izleyebiliriz. Ve onlar kendi oyunlarını oynayarak kendi seçimlerini yaparken bu seçimi yapanın kendileri olmadığını anlarsınız.
Yaşamda gerçek olan şey yaşamın kendisidir. Bunu şöyle anlatayım. Bir nehir akarken akış yönünü belirleyen nehrin kendisi değil, nehrin yatağıdır. Nehir yatağı doldurarak yaşamın görünür yüzü olur. Bizler nehre bakarak yaşamı anlamaya çalışırız. Nehir zaman içinde nehrin yatağını değiştirir ve dönüştürür. Bu değişimi ve dönüşümü nehrin yaptığını sanırız. Gerçek şu ki nehrin yatağı öyle bir şekilde oluşmuştur ki zaman içinde ne olacağını ve hangi aşamalardan geçip alacağı hali zaten biliyordur. Nehirdeki su sadece buna hizmet eder. Ama diyeceksiniz ki nehir yatağında o su olmasa nehir yatağı değişmezdi. İşte gizem burdadır. O nehir yatağında o su olmasa geriye sadece nehir yatağı kalır. Su olmasa da o nehir yatağıdır. Ama suyun nehir olması için o nehir yatağına ihtiyacı vardır. Onun içindir ki nehiri nehir yapan suyun kendisi değil nehir yatağıdır.
Bizler yaşam boyu didinir dururuz. O mu olsun bu mu olsun(?) diye. Bizi buna götüren gerçeklik sahip olduğumuz bilinçtir. Bilinç bir çok şeyi inceleyebilir, irdeleyebilir. Çoğul olanlar arasında seçim yapar. Bilincin yaşam hakkında fikri vardır. Bu fikir zikredilen her hangi bir konuda olabilir. Bilinç, fikir sahibi olduğu herhangi bir şeyi yapabilme zekasına sahiptir. Ama yaptığı şey konusunda hala tam anlamıyla bilinç sahibi değildir. Ne zaman tam bilinç oluşur derseniz, yaptığı şey kendisi için bir anlam ifade ediyorsa, artık o şey konusunda bilinç hali oluşmuştur diyebiliriz. Peki bizde anlam yükleyen ve bilinç oluşturan nedir? Bu konuyu bir sonraki yazıma bırakalım.




Yorumlar